Her yıl sonu geldiğinde turizmde aynı sahne tekrarlanıyor: Gelen turist sayıları yüksek sesle açıklanıyor, başarıdan pay kapma yarışı başlıyor. Oysa turizm, artık yalnızca “kaç kişi geldi?” sorusuyla yönetilecek bir sektör değil. Sayı artarken gelir aynı hızda artmıyorsa, ortada övünecek bir başarı değil, çözülmesi gereken bir verimlilik sorunu vardır.
Bugün Türkiye, rakiplerine göre daha çok turist ağırlıyor, ancak birim turist geliri hâlâ istenen seviyede değil. Yani tartışılacak konu sayılar değil; üretilen değer. Türkiye, “daha çok turist” hedefini “daha nitelikli turist” anlayışıyla değiştirmediği sürece kaliteyi de, verimliliği de aynı anda kaybetmeye devam edecek.
Kalite, hizmetin beklentiyi aşma kapasitesidir.Verimlilik ise aynı kaynakla daha çok değer üretebilme becerisi.
Bu ikisi birbirini tamamlamadığında turizm büyüyormuş gibi görünür ama ülkeye gerçek anlamda refah üretmez. Bugün otellerden acentelere, rehberlerden transfer şirketlerine kadar herkesin “vasıf” kavramını 21. yüzyıla taşıması gerekiyor. Artık kimse sadece yatak satmıyor; deneyim yönetiyor, dijital veri üretiyor, sürdürülebilirlik raporluyor.
Bu nedenle, konaklama sektöründeki denetimlerin yalnızca fiziksel koşullara sıkışıp kalması kabul edilemez. Hele son dönemde yaşanan yangınlar ve ilaçlama faciaları düşünülürse, Türkiye’nin hâlâ asgari standardı konuşuyor olması bile üzücü. Güvenlik, turizmin ilk şartıdır; tartışması bile utanç verir.
1998’de TÜRSAB 1. Ulusal Turizm Kalite Kongresi’nde altını çizdiğimiz konu bugün daha da önem kazandı:
Seyahat acenteleri yalnızca tur satan yapılar değildir; ülke imajının ön cephesidir.
Dünyada marka turizmi çağındayız. Acentelerin kalite kültürünü benimsemesi, müşteri sadakati yaratması ve kendi markasını büyütmesi artık zorunluluktur. Bu nedenle TÜRSAB ve Bakanlık, sektöre özgü bir Ulusal Kalite Endeksi oluşturmak zorundadır. Ne satarsak satalım, dünya bizi hâlâ “ucuz ülke” olarak görüyorsa sorun sayı değil, konumlandırmadır.
Turizm yatırımlarının sadece gelir değil, toplumsal yaşam kalitesine katkı açısından da değerlendirilmesi gerekiyor.
Karbon ayak izi, yerel ekonomi katkısı, sosyal etki…Bugünün dünyasında artık bunlar turizm standartlarının parçası.
Türkiye bu dönüşümü başarıyla gerçekleştirirse yalnızca bir tatil ülkesi değil, bir yaşam tarzı ve güven destinasyonu haline gelir.
2026’da Ne Yapmalıyız?
Öncelikle belirtmeliyim ki, Envanter oluşturulmadan hiç bir eylem planına başlanamaz. Önce Turizmdeki varlarımızın doğru, detaylı tespitini yapmak mecburiyetindeyiz. Bununla birlikte yapılması gereken. Arz ve talep analizinin geniş katılımla gelecekteki peryotlarda stratejisinin çıkartılmasıdır. Bundan sonraki yatırımların planlanması ve denetim altına alıması hepsinden önceliklidir. Kuşkusuz rakip pazarların stratejileri de göz önünde bulundurulmalıdır.
1. Yönetmelikler performans bazlı hale gelmeli.
Belge değil, davranış esas alınmalı. Dijital performans, karbon salınımı, yerel katkı oranı düzenli olarak ölçülmeli.
2. Turizmde verimlilik göstergeleri oluşturulmalı.
Kıyı turizmiyle kültür turizmi gibi Kongre Turizmi ve diğet turizm çeşitleri aynı kriterlerle ölçülemez. Her alt dal için ayrı verimlilik tanımı yapılmalı. Veri izleme ve raporlama otomatik olmalı.
3. Kamu–özel sektör iş birliğiyle “Turizm Verimlilik Endeksi” kurulmalı.
Sanayide verimlilik nasıl izleniyorsa, turizm de artık sayı ile değil, ürettiği değer ile değerlendirilmelidir. Kamu yönetimi artık sektörün kendi iç dinamiğini kabul etmeli gerekli hukuksal yapılanmasının önündeki engelleri açmalıdır. Merkezi yönetim anlayışından yerel destinasyon yönetimine evrilmelidir.
4.Yerele Katkı ve İşbirliği
Tanıtım için TGA yapılanması yerel yönetimlerin kaynak yetersizliğine ve Kentlerde oluşmuş olan Kongre Bürolarına katkıda bulunmalıdır.
5. Arkeolojinin Başarısı Turizme Olumlu İmaj Sağlar
Ülkemizin Arkeolojik zenginliğinin ve yeni muhteşem bulguların turizm ile entegre edilmesi, turizm merkezlerinden bu yerlere ulaşım olanaklarının koordinesi sağlandığında ülke imajında olumlu gelişmeler olacaktır.
Çünkü kalite olmadan verimlilik olmaz.
Verimlilik olmadan kalite sürdürülemez.
2026, Türkiye’nin turizmde bu iki kavramı yan yana getirme fırsatıdır.
Eğer bunu başarırsak, turizm artık kafa saymanın ötesine geçer; ülkeye gerçek refah, gerçek itibar ve gerçek gelecek üretir.