‘‘Ege denizi kararınca/ Dağlar uykuya dalar/ Yine ıssız ovalarda/ İsyan ateşi yanar…’’
Bu dizeler Yunanistan İşçi Marşı’nın ilk dörtlüğüdür.
7 Mayıs Çarşamba akşamı televizyon karşısına geçmiş, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) öncülüğünde, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen gençlik ‘‘eylem’’ini izliyordum.
Karartılan meydanda, ‘‘pırpır ederek’’ karanlığı yırtan yıldızlar gibi cep telefonları parladı. Hafızamın derinliklerinden bu dizeler yüzeye vurdu…
İstanbul Beyazıt Meydanı’na, diğer adıyla Hürriyet Meydanı, 1977’de bir alaca karanlıkta ayak basmıştım. O dönemde 500 liralık banknotun üzerindeki resmine hayranlıkla baktığım İstanbul Üniversitesi’nin öğrenci adayı olarak gelmiştim. Ortalık aydınlandı, o muhteşem yapı tam karşımdaydı. Bir de meydandaki ‘‘Turan Emeksiz Anıtı’’ dikkatimi çekmişti. Soyut sanat kavramıyla henüz tanışmadığım için bir şeye benzetememiş, o yüzden uzun uzun bakmıştım.
Sonra, hemen her İstanbul Üniversitesi öğrencisinin olduğu gibi, anılarımın merkezine yerleşti o meydan. Benim kuşağımın anılarında hoşluklar ve acılar harmanı oldu: Delikanlı yüreklerin heyecanlı buluşmalarına, el ele tutuşmalarına ev sahipliği yaptı. Kavgalar, direnişler, arkadaş omuzlarında cenazeler gördü; can yangını çığlıklarıyla özgürlük marşlarını yankıladı.
Hiç böyle kararmamış, karartılamamıştı ama karanlığı yırtan gücü de bu güzellikte yansıtmamıştı.
Bir dönem o meydanla bütünleşen Turan Emeksiz anıtı, 12 Eylül yönetiminin talimatıyla gözlerden uzaklaştırılmak için adeta bir kenara itildi. Anıt ‘‘kimilerine göre özgürlüğü temsil eden bir çam kozalağı; kimilerine göre sıkılmış ve sonunda çatlamış bir yumruk; kimilerine göre parçalanıp filiz vermiş bir tohum olarak 28 Nisan 1960’ta meydana gelen tepkiyi ve mücadeleyi anlatır.’’
Ekrandaki görüntüye baktıkça…
Gözlerden uzaklaştırılan özgürlük simgesi çam kozalağının dört bir yana saçılan tohumlarından çıkan filizler, bir orman olmuş gibi geldi.