Malum Ramazan ayındayız ve gurbette de hemşerilerin birbirleri ile görüşmelerine sebep Ramazan iftarlarıdır. Bu iftarlara katılım hemşeriler arasında olduğu gibi arkadaşların daveti ile de başka memleket iftarlarına katılınır ve bol bol sohbet edilir.
Geçenlerde bir arkadaşımın daveti ile böyle bir iftara katıldım. Akdenizin mavi sularında sımsıcak bir yerin çocukları toplanmış ve hep birlikte gurbette olmanın da biraz burukluğu ile hem hasret gideriyorlar hem de memleketleri ile sohbet ediyorlardı.
İster istemez bazen dinlediğim, bazen de komşu masadan kulak misafiri olduğum bir konu benim de ilgimi çekti.
Malum Ankara memleketin başkenti, Devlet burada, iyi Üniversiteler, hastaneler kurumlar, kuruluşlar, o marşta ki gibi hepsi buradadır.
Cumhuriyetin 10'uncu yıldönümü 1933'de, Mehmet Ali Ertekin tarafından yazılan;
"Ankara, Ankara; güzel Ankara!
Seni görmek ister her bahtı kara.
Senden yardım umar her düşen dara.
Yetersin onlara, güzel Ankara ..... ...." diyen dizeleri olan şiir birinci seçilir ve daha sonra da Halil Bediî Yönetken tarafından da bestelenerek "Ankara Marşı" olur çıkar.
Evet, ne yazık ki Ankara da böyle bir şehirdir. Pek de öyle keyfe keder gelinmez. Ya üniversite okumak için gelinir, yok efendim yurt sorunu, ev sorunu, bir kaç günlük de olsa bir misafir olarak bir yerde barınma sorunu yaşanır.
Son yıllarda zamanın olanakları her yerde gelişti, Üniversiteler gibi hastaneler de açıldı yurdun dört bir yanında. Geçmişte mutlaka, şimdi de çoğu kez çok özel derdi olanlar yine Ankara'ya gelir ve derdine derman arar.
Atamalar, yüksek yargı ile olan işler, anlayacağınız Ülkenin dört bir yanının Ankara ile ne derdi biter ne de sorunu.
Hele her hafta, partilerin toplantıları ise bir başka seyirliktir.
Bir kaç yıl öncesine kadar Şehrimin Ankara'daki Dernek başkanlığım sırasında, dönemlerinde Bekir Kumbul ve Menderes Türel Başkanların da katkıları ile açtığımız "EV"inin de kurucu başkanı olarak görev yaptığım sıralar yaşadığım anılar gözlerimin önünden geçti, buradaki bir başka ilin insanları, arkadaşlarım konuşurken.
O yıllar Ülke yönetimin en tepe yerinde çalışıyorum, sorumlulukların gereği öyle zırt, pırt bir yerlere gitmem pek mümkün değil.
Üniversiteler açılınca köyden, kasabadan, şehrin bir çok semtinden öğrenciler gelirdi. Tabi o yıllar bankaların hizmetleri bu günkü gibi çok çeşitli ve hızlı değildir. Analar, Babalar çocukların ceplerine üç beş aylık masraflarını karşılamak için paralar koyardı.
Eeeee burası Ankara, kocaman şehir, öğrenci olarak anası babası zengin geleni de olur, fakir geleni de.
Ama öğrenciler okulların da hep arkadaştırlar, sınıf ve statüleri olmaz. Aynı yerden yiyip, aynı yerden giyinirler.
Ailenin cebe konan parası yeterli ise sorun yok da, kısıtlı ise; kuaför, yeni giysiler, gidilen yerlerde yeme, içime masrafları derken bazılarının paraları tez biter.
Utana sıkıla en samimi arkadaşlarına sormaya başlarlar, "sizin paranız bitince ne yapıyorsunuz?"
Aslında ortaya sorulan soru, soranın durumudur da, hiç kimse de birbirini kırmak istemez.
Buradaki bir hemşerimize gider derdimizi anlatır, o da şehrimizin dernek ve vakfına yönlendirir, bize yardım ya da burs falan bulurlar.
Çözüm iyi de kendisinin Ankara'da hemşeri durumu nedir? Araştırır, sorar ve derneğe gelip, görevli bir arkadaşımıza derdini anlattıktan sonra sonra sıra başkanı armaya gelir, öyle değil mi sevgili Arif Öz, Hüseyin Solak, Sevgili Nurcan. ..... ..... ...!.
Bürodan çıkıp gelir öğrenciyi dinlersin ki, anlatan için kendine özel ama bizler için sıradan yinelenen bir öykü.
O zamanlar Yargıtay'dan Erol Abi (Öcal), Bakanlıklarda Süleyman Abi (Sarıkaya), Sincan Kaymakamı Şener Bey (Sarıçiftçi), İzmir Büyükşehir Genel Sekreteri Ersu Bey (Hızır), gerçekten hızır gibi yetişirler, hemşerilerimiz için bir şekilde geçici kişisel çözümler üretirdik. Artık bu talepler artınca da sık sık kendi cebimizden sorunu çözerdik.
Neden mi?
Büyük şehirlerin göbeğinde her zaman sıradan yerlermiş gibi görünen batak mı batak yerler vardır ve toy gençler için bu batağa saplanmak için sebep aranmaz.
Ya cebinize kıyacaksınız ya da olacakları görmezlikten geleceksiniz. Sizin vicdanınıza kalmış Maalesef bu tür sosyal ötgütlenme konusunda güneyin ve egenin bütün şehirleri vukuatlıdır, şehrin yaşayanları ve üzgünüm ki seçilmişleri bu konuya biraz duyarsızdır. Buraların halkı duyarsız olunca, seçilmişler ve siyasiler de neden doğu, kuzey ve iç Anadolu siyasileri gibi duyarlı olsun ki.
Ateş düştüğü yeri yakar. Bu ateşlerin düştüğü yeri görünce, vicdanlı insanın yüreği dayanmaz.
Bu olaylar her yıl yinelenir durur ama sorumlu ve duyarlı bir yerel yönetici de ya sürekli çözüm için "ya ne oluyor, ne yapalım demez", denilmedi şimdiye kadar, umarum bundan sonra olur, tabi o şehrin hemşerisi seçilmişlerini bulursanız!..
Neyse konuyu özelleştirmeden kulak misafiri olanları anlatayım.
Malum yerel seçimler yapılıyor, bir çok yerde "çeketini koysan seçilir" yerler vardır. Bu arkadaşların oralarda da o şehirli olmayan, kültürüne, tarihine yabancı kişileri aday yapmışlar ve büyük olasılık ile de seçilir diyorlar.
Üzülsünler mi, sevinsinler mi, kafaları karma karışık vaziyetteler.
Onları bir kenara bırakayım da, ben bizim şehrimizde seçileceklere değil de, şehrimin samimi insanlarına sesleneyim.
Biz buralarda bu acı ve sıkıntıları çekerken, sizlerin hiç mi vicdanınız sızlamaz.
Üç beş güngürmüş çıkıp, ya bu çocuklar ne diyor, ne yapalım diye iki kelam etmezler.
"Anlayan arap olsun" derler ama ben ANLAYAN ANLATSIN desem mi?