Antalya, Atatürk’ün değerlendirmesiyle ‘‘Hiç şüphesiz dünyanın en güzel yeri’’ydi…

Popülist söylemle ‘‘Türkiye’nin tarım ve turizm başkenti. Cennetten bir köşe’’ydi…

Peki gerçek ne?

Gerçek, tanrı vergisi doğal güzelliğin, bereket fışkıran toprakların, hoyrat aşığının elinde ince hastalığa tulup günden güne solan taze gelin gibi tükenmesi. Bu gerçek, her şiddetli yağışta kendin göstermeye çalıştı. Antalya’nın egemenleri (resmisinden siviline yöneticisi kesim ve ekonomik güç sahipleri) ise inatla gözlerini kapadı.

Doğa bu, yerde koymaz ahını. Koymadı da…

Kötüye gidişteki düzey, 12-13 şubat günleri gelen şiddetli yağışla ‘‘Bu son fasıldır ey ömür, nasıl geçersen geç’’ dercesine suratımıza daha şiddetli şamar gibi indi… Bereket getirmesi gerekirken, şehrin içinde birikip göl, akıp sel olan sular can aldı.

Efendim ‘‘Son kaç yılın en şiddetli yağışıymış, metrekareye bilmem kaç kilo yağış düşmüş; laga luga…’’

Şimdi boş lafların bir yana bırakılıp şehrin hiç değilse son 30-40 yılı masaya yatırılarak hesap görülmeli.

Şehrin hem egemenleri, hem yaşayanları şu sorulara cevap aramalı, herkes kendi vebalini üstlenmeli. Olan oldu, olacakları önlemek için bu önemli.

Sen bu şehri büyütüp yeni imar planları yaparken, altyapıyı kurarken, bölgenin fiziki yapısını, iklim koşullarını dikkate almadın mı, almıyor musun? Yağmur suyu giderlerinin kapasitesini (rögar) bilenen en yüksek yağışa göre hesaplamadın mı, hesaplamıyor musun? O yağış 100 hatta 500 yılda bir bile olsa şehirde bir afete dönüşeceğini düşünmedin mi, düşünmüyor musun?

Yoksa sen olması gerektiği gibi planladın da denetmenin göz yumdu, müteahhidin malzemeden mi çaldı?

Can pazarında çırpınan vatandaş! Kaçak bina yaparken, metrekareyi büyütmek için yeşil alandan çalarken, bunlara göz yumulması karşılığında oy verirken, yarın bir tek ağaca bile muhtaç olacağını; akan selde ve esen yelde bir ağaç gövdesine tutunmaya çalışacağını düşünmedin mi, düşünmüyor musun?

Merkezi yönetimi de atlamamak gerekir. Ülkenin altın yumurtlayan tavuğunun, tüyü yolunmuş, küllükte eşinen zavallıya dönüşmesine nasıl göz yumuldu, göz yumuluyor?

Atatürk’ün 1930’da gelip görüp ‘‘Hiç şüphesiz dünyanın en güzel yeridir’’ dediği Antalya’nın, o zaman dünyanın en güzel yerlerinden biri olduğuna hiç şüphe yok.

Ne yazık ki artık o Antalya yok.

1980’lerdeki turizm planları yağma planlarına, tarım alanları imar ve kaçak yapılaşma ile rant alanlarına dönüştü.

Bazı sayılara bakıp hâlâ ‘‘turizm ve tarım başkenti’’ desek de, nitelik öyle değil. O niteliği yok ettiğimizi, cenneti cehennem azabının cenderesi ve mengenesine dönüştürdüğümüzü, son afet bize gösterdi.

Başlıkta ‘‘Antalya’yı sel aldı’’ dedim ama Antalya’yı elbirliğiyle biz bitirdik, afet bize ‘‘budur durum, yapın açık oturum’’ dedi…

[email protected]