Bundan 20 yıl önce Antalya’yı gelecekte bekleyen en önemli sorunun hızlı nüfus artışı olduğuna işaret eden bir yazı yazmıştım.

O zaman nüfus 700 küsür binlerdeydi, bugün 2 milyon 800 binlere dayanmış durumda. Bu sayıya yabancı ve yerli turistleri de ekleyip aya böldüğünüzde aylık nüfus 4 milyona dayanıyor.

Tek bir alışveriş merkezi vardı, küresel markaların bulunmadığı, betonlaşmanın rahatsız etmediği daha sade bir kent görüntüsü yaşanıyordu ama bugün neredeyse büyük bir metropole dönmüş durumda.

Seyahat ve yerleşme kısıtlaması olmadığı için tabi insanların nerede yaşayacağına karışamıyorsunuz. O nedenle Antalya bu bölgenin en çekici kentlerinden biri haline geldi. Sadece yakın komşu illerden değil Türkiye’nin her kentinden gelip yerleşen insanlarla doldu taştı. Bugün hemen herkes daha iyi bir Antalya özlemi duyuyor ancak bunu yapabilecek sihirli değnek mevcut değil. Altyapı, ulaşım, kentsel doku gibi sorunlar işte bu yüzden arttı ve bunları ortadan kaldırabilmek için de ciddi paralar gerekiyor.

Peki ne oldu da Antalya böylesine büyük çaplı bir nüfusa maruz kaldı.

Bunun temel nedeni ulusal kamuoyunda oluşturulan algı. Antalya yaz kış çok rahat yaşanacak bir kentmiş, her mevsim denize girilebilirmiş, doğası harikaymış, sebze ve meyvesi bol ve ucuzmuş, kiralık evler bütçeyi zorlamazmış, ulaşımı rahatmış… Yıllarca beyinlere işlenen bu algı nedeniyle insanlar pılını pırtını toplayıp buraya geldi ve çoğu da yerleşik oldu. Sonra gördüler ki, elektrik sıkıntısı var ve diğer kentlerle fiyatlar hemen hemen aynı, yazın aşırı sıcak yakıp kavuruyor, kışın dengesiz yağışlar seller yaratıyor, sebze-meyve hiç de ucuz değil. Hatta trafikten mağdur ve şikayetçi olan İstanbullular bile buraya geldiklerinde fark ettiler ki aynı sorunlar yaşanıyor.

Oysa Antalya evet bir turizm ve tarım kenti. Bu yönüyle korunabilmeli ve daha butik bir nüfusla ilerleyebilmeliydi. Göçü teşvik edecek argümanlardan uzak durulmalıydı ama olmadı.  Hiç olmazsa bundan sonrası için yeni adımlar atılabilmeli.

Bakın…

Benzer sorunları turizm yapan Akdeniz havzasındaki pek çok ülke de yaşıyor. Yerel halklar turistlerin sınırlandırılmasını istiyor, Venedik gibi bazı yerleşimlere girişler paralı hale bile getiriliyor. Kanarya adalarında halk isyanlarda, “nefes alamıyoruz” diye ayaklandı ve radikal önlemler talep etti:

"Turizm çok önemli ama eğer bölge halkının çoğunluğu için etkili olmayacaksa daha fazla turist gelmesi kime fayda sağlar? Kanarya Adaları'nda kıyılar, plajlar, doğal koruma alanları hızlı ve kötü inşa edilmiş otellerle dolduruluyor ve ucuz turizm daveti yapılıyor. Mevcut turizm sistemi sona ermeli. Yeni konaklama yerleri yapılmamalı yabancılara ev satın alımları sınırlandırılmalı.”

Fransa ve İspanya’nın kıyı kesimlerinde de halk nüfus artışından ve çok fazla turist gelmesinden şikayetçi. Son yıllarda moda haline gelen yabancılara konut satışında da ciddi kısıtlamalar isteniyor. Bazı ülkeler vatandaşlık değil sadece oturma hakkı karşılığında konut alım miktarını 1 milyon Dolar hatta daha üstü rakamlara çıkardı.

Evet kimse turizm yapılmasın demiyor, çünkü ciddi parasal gelir. Yan sektörlerin yanı sıra iki milyon kişiye de iş sağlıyor. Fakat turizmde sayılarla övünmenin kimseye başta turizm sektörüne, kent esnafına ve yerel yönetimlere hiçbir yararı yok. Önemli olan turistlerin harcama limitlerini arttırabilecek çabaların geliştirilmesi. Kent kıyılarını kuşatmış beş yıldızlı devasa tesisler bacasız sanayi olarak nitelendirilse de aslında hepsi altyapıyı zorlayan yapılar. Ne kadar çok turist ve yerleşim olursa altyapı o kadar sıkıntıya giriyor.  

Bir başka önemli sorun da tüm canlıları tehdit eden küresel iklim değişikliği. Şimdiden acısını hissediyoruz ve yakın gelecekte büyük bir bela var başımızda. Binaların çoğalması, ormanların azalması, su kaynaklarının tehlike altında olması ciddi uyarılar. O nedenle Antalya bu çerçeve de dikkate alınarak turizmden yerleşime kadar akılcı çözümlerle yeniden planlanmalı.

[email protected]