Her seçim döneminde dikkat edin bol keseden vaatler havada uçuşur.

Geçmişte de böyleydi bugün de fazlaca değişen farklı bir şey yok, çünkü nihai olarak avlanması gereken hedef kitleler belli: Yoksullar, geliri düşük kitleler, umudunu kesmiş gençlik, dayak yiyen kadınlar, traktörünün tekerleğini döndürmekte zorlanan çiftçiler, yakıt derdine düşmüş kamyon şoförleri ve diğer sürücüler, sürüm sürüm sürünen emekliler ve benzer durumdakiler…

Hal böyle olunca ve ülke yangın yerine dönünce haliyle insanları etkilemek için öyle iri iri, iştah açıcı, umut ateşini körükleyecek ağdalı vaatleri duyamıyoruz. Onun yerine daha günü birlik midelere yönelik basit vaatler karşımıza çıkıyor.

Mesela çorba, aşevleri, ucuz et ve süt satılan sokak belediyelerce örgütlenmiş ve örgütlenecek yeni market yapılanmaları, tavuk butları… Hatta liderinin tam aksine emeklilere ayda 5 bin TL, bedava ulaşım sunacağını söyleyen adaylar bile bol miktarda var.  

Aslında geçmişten bugüne hafızamızı yokladığımızda anlıyoruz ki beyaz adamla Kızılderili cephesinde değişen yeni tat verici bir şey yok maalesef. Yoksulluk ve derin gelir adaletsizliği her dönem var olan bir gerçeklik. Hep Kızılderililer kaybediyor yani.

Bunu anlı şanlı siyasetçilerin seçim meydanlarında geçmiş yıllardaki vaatlerinden zaten okuyabiliyoruz. Süleyman Demirel’in “Ne veriyorlarsa benden 5 TL fazlası kardşim” vaadinin temel mesajı neydi: Yaratılmış yoksulluğu kabullenmek.

Necmettin Erbakan’ın fotoğraflara yansıyan “Bir demet maydanoz bir TL” türünden muhalif söyleminin mesajı da yine fakirliği onaylamaktı.  

Geldiler, gittiler, atıp tuttular, iki araba ve bir otomobil vaadiyle ülke ekonomisini yan yatırdılar, izledikleri politikalarla hep zenginleri abat ettiler, yoksulları ise daha yoksul yaptılar.

İşte bu yüzden bir tas çorbaya muhtaç hale geldik sonunda.

Öyle 2026’da enflasyon düşecek söylemini artık ciddiye alan var mı ya da inanan kimse bilmiyorum. 31 Mart yerel seçimlerinde kitlelerin tercihlerini kendilerinden mi yoksa bu ülkeyi daha fazla oyalamak isteyenlerden mi yana kullanacağını göreceğiz. Çünkü lafla peynir gemisi yürümüyor. Öyle olsaydı işler kolaydı. Yangın yerine dönmüş bir ülkeye basardınız hortumla suyu söndürürdünüz. Demirel  meydanda gırtlağını yırtarcasına “Yanıyoruz Baba….” diye bağıran bir vatandaşa  ne demişti?

“Söndürürüz Kardeşim!”

 Ama o arkadaş hala sağ mı bilmiyorum.

Hiçbir söylem,  hiçbir gönül alıcı vaat ve okşayıcı ifadeler bu ülkenin insanlarının yüreğindeki ateşi söndüremedi. Eğer sınıfsal pozisyonunuzu belirleyemiyorsanız, ne olup bittiğini okuyamıyorsanız, bu kötü gidişin hangi siyasal tercihlerle değiştirilebileceğini kavrayamıyorsanız inanın daha çok yanarsınız ve en donanımlı itfaiye bile sizin ateşinizi söndüremez.

[email protected]