Fransız Ekonomi Profesörü Thomas Piketty ‘‘son dönemin en önemli eşitsizlik düşünürü’’ olarak nitelendirilen bir bilim insanı. İnsanlık tarihi boyunca egemen olan eşitsizlikçi sistemleri, eşitsizliklerin nasıl meşrulaştırıldığını ortaya koyan Piketty, daha adil bir dünyanın mümkün olduğunu ve bunun nasıl olacağını da anlatıyor.

Aşağıdaki satırlar Piketty’nin ‘‘Kapital ve İdeoloji’’ adlı eserinden alınma:

‘‘1950-1990 arasında ABD’deki kişi başına ulusal gelirdeki ortalama büyüme oranı yüzde 2.2’ydi. 1990’dan 2020’ye yüzde 1.1’e indi. 1950-1990 arasında ortalama en yüksek gelirlere uygulanan yüzde 72 gelir vergisi tavan oranı da 1990-2020 arasında yüzde 35’e indi. Aynı dönemde en üst yüzde 1’lik grubun ulusal gelirden aldığı pay yüzde 12’den yüzde 18’e yükseldi.

Avrupa’da (Almanya, İngiltere, Fransa) kişi başına ulusal gelirde ortalama büyüme oranı 1950-1990 arasında yüzde 3.3’tü. 1990’dan 2020’ye yüzde 0.9’indi. 1950-1990 arasında en yüksek gelirlere uygulanan yüzde 68 vergi oranı de yüzde 49’a indirildi. Aynı dönemde en üst yüzde 1’lik kesimin ulusal gelirden aldığı pay yüzde 8’den yüzde 11’e yükseldi.’’

‘‘1950 ve 1960’larda ABD ortaöğretimin neredeyse nüfusun tamamına yayıldığı ilk ülkeydi. Sonra 1980-1990’larda  ABD’ye Batı Avrupa ülkelerinin çoğu  ve Japonya da katıldı. Sonrasında tüm bu ülkeler yeni nesillerin giderek artan bir kısmının erişimiyle öne çıkan kitlesel yükseköğretim çağına geçtiler.

1950-1990 döneminde tüm zengin ülkelerde olağanüstü yükseköğretim yatırımları yapılmıştır… Buna karşılık 1990-2020 döneminde yükseköğretime yönlendirilenlerin sayısı giderek artarken, eğitime ayrılan pay sabit kalmıştır.’’

Bu satırlarda anlaşılmayan bir şey var mı?

Aktarılan bilgiler, adil vergilendirmenin (yüksek gelirden yüksek vergi) sağlandığı, eğitime erişimin kolaylaştırıldığı dönemlerde kalkınma hızının arttığını; vergi oranlarının yüksek gelir grubu lehine değiştirildiği, eğitime ayrılan kaynağın (kişi başı) kısıldığı dönemlerde is kalkınma hızının yavaşladığını açık seçik gösteriyor.

Tabii ki yüksek vergilerin ‘‘itibar’’ adı altında şatafata harcanmadığını unutmayalım.

1950-1990 arasının bir özelliği de Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin ayakta ve bu zaman diliminin önemli bir bölümünde yüksek kalkınma hızına sahip olduğu, sosyalizmin kapitalizme seçenek olarak görüldüğü dönem olması. Yüksek gelirden yüksek vergi alınması, eğitime erişimin kolaylaştırılmasının nedenlerinden biri bu.

1980’lerin ikinci yarısında Sovyetler Birliği’nin birliği sarsılmaya başladı, 1991’de dağıldı. Dünyada ‘‘neoliberalizm’’ adıyla yeniden daha eşitliksiz bir döneme girdi.

Altta kalanın canının çıktığı günümüzde yaşanan sancıların nedeni budur. Yönetimde ve mülkiyette toplumcu yaklaşım, gelirde daha adil paylaşım tek çıkış yoludur.

Unutulmasın; alttakilerin canı çıkınca, üsttekiler de kalamaz ayakta…