Yerel seçimlere yaklaşık iki hafta kala özellikle Akdeniz Bölgesindeki Yörükler başkan adayları tarafından yeniden hatırlandı. Özelikle Antalya'da başkan adayları Yörük derneklerini ziyaret ediyor, projeler, vaatler havada uçuşuyor. Tıpkı daha önceki seçimlerin öncesinde olduğu gibi bu yerel seçimlerde de siyasilerin oy devşirme geleneği hiç değişmiyor. Bu tam bir kısır döngü... 

Eskiler "Acemi köpek sürüye kurt dadandırır" derlerdi. 1990'lardan itibaren yaylalarda düzenlenen şenliklerle sürüye dadanan kurtlar bir daha hiç vazgeçmediler. Şenlikler yayladan kentlere indikçe siyaset kurtlarının da yaylalara gitmesine gerek kalmadı... Antalya önemli bir Yörük-Türkmen kenti. Geçtiğimiz hafta Antalya'nın 1207 yılında Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethinin yıldönümü anıldı.

Akdeniz'in önemli bir liman kenti olan Antalya'nın 5 Mart 1207'deki fethi, Anadolu içlerinde sıkışan Selçuklular için Sinop'la birlikte sahile açılma amacının önemli bir parçasıydı. Antalya limanını kontrol etmek, ticaret yollarını da kontrol etmek anlamına geliyordu ve bu yolla büyük bir zenginlik elde ediliyordu. Nihayetinde I. Gıyaseddin Keyhüsrev'in oğlu olan I. Alaaddin Keykubad Alanya ve Anamur'a kadar 40 civarında sahil kalesini ele geçirdikten sonra Akdeniz'den deniz yoluyla gelen ticari malların nakledildiği yolları da kontrolü altına almış, bu yollar üzerinde güvenlikli kervansaraylar, hanlar inşa ettirmiş ve kısa süre içinde yürütülen imar faaliyetleriyle Anadolu Selçuklu Devletinin en parlak devrinin yöneticisi olmuştur... 

Ancak limanları ele geçirmek her zaman kontrolü ele almak için yeterli değildi. Çünkü o dönemde denizden gelen saldırılar kentleri birkaç saat içinde işgal etmeye, yakıp yıkmaya olanak sağlayabiliyordu. Bu nedenle limanların gerisindeki coğrafyayı, yani dağları, ovaları, üretim alanlarını da kontrol altına almanız şarttı. Nihayetinde Antalya için de bu durum değişmedi. Fetihten sadece 5 yıl sonra Antalya denizden gelen Kıbrıslı Latinlerin eline geçti. Kentteki Hıristiyanların da desteğiyle kenti kolayca işgal eden Latinler, 4 yıl boyunca yönetimi elinde tuttular. 

Daha sonra Antalya, 22 Ocak 1216 tarihinde Selçuklu Sultanı İzzetin Keykavus tarafından yeniden fethedilerek Türklerin egemenliği altına alındı. Antalya'nın dağlık coğrafyasını tutan Türkmen boylarının geçmişi, bu coğrafyanın bütünüyle birlikte düşünülmelidir. Serik ovalarında kışlayan bir Karakoyunlu'nun yazı Isparta yaylalarında geçirdiği, Kepez'de kışlayan bir Varsaklı'nın yazları Tefenni'nin, Söğüt'ün yaylalarına çıktığını, Alanya sahillerini yurt tutan bir Yörüğün yazları Konya yaylalarına çıkıp yaşamın çarkını bu coğrafyanın bütününde çevirdiğini unutmamak gerek. Bu bütünlük yüzlerce yıldır böyle sürüp geldi. 

Dağları, suları, ovaları ve üretim alanlarını korudukça, nüfusu bu coğrafyada güvenli, müreffeh ve işler kıldıkça sahiller de korunabildi. Dahile karşı dirlik, harice karşı birlik düşüncesiyle iş zamanı iş, savaş  zamanı savunma yapan halkın dirliği bozuldukça bu topraklar işgale açık hale geldi. Kıbrıslı Latinlerin 14. yüzyılın son çeyreğinde yeniden Antalya'yı işgal etmeleri de tam dirliğin bozulduğu zamanlara rastlar. 

Selçuklu'nun dağılmasının ardından Isparta, Burdur ve Antalya'yı kontrolü altında tutan Hamitoğululları ailesinden Mehmet Bey 1373 yılında kenti yeniden Latinlerden geri almıştır. Limanın girişindeki zincirleri eliyle kırarak kenti yeniden ele geçirdiği rivayet edilen Mehmet Bey, "Zincirkıran" olarak da anılır. Bugün Yivli Minare Camii'nin arkasında, Antalya Mevlevihanesi'nin hemen yanı başındaki türbede yatan Zincirkıran Mehmet Bey, Teke, Hamit ve Taşili Türkmenlerinin zaman zaman birbiriyle çatışan, zaman zaman da iş birliği yaparak dışarıdan gelen saldırılara karşı yaşadıkları toprakları savunan işbirliğinin simgeleşmiş isimlerinden biridir. 

Mehmet Bey'in Antalya'yı geri almak için Latinlere karşı kurduğu askeri birlikte Menteşe'den Karaman'a, Hamiteli'nden Varsaklara birçok Türkmen bir araya gelmiştir. Bugün turistik bir sayfiye yerine indirgenen Akdeniz coğrafyası aslında çok zorludur. Deresini, yaylasını, suyunu ovasını, ormanını dağını bilmeden bu coğrafyanın bütününü kontrol etmek mümkün değildir. Bu yüzden binlerce yıldır bu coğrafyada, biraz da iklime bağlı olarak hep düalist bir yaşam hüküm sürdü. Aspendos'ta yaşayan bir Roma vatandaşı da, Serikli bir Türkmen de Isparta'daki Anamas Dağının sularını kutsal bildi, gözü hep yaylalarda oldu. 

Bugün çoğunlukla yaylaları tarumar edilmiş, vahşi madencilikle, yol, enerji, baraj vs. gibi birçok yıkıcı projeyle yaşam alanlarından kopartılmış, hayvancılık yapması kısıtlanmış, tarlası-tokadı kamulaştırılarak elinden alınmış, deresi zehirlenmiş, ormanı kesilmiş,  ocağına incir ağaçları dikilmiş koca bir halk sahil kentlerini işgal eden betonların arasına sıkışıp kalmış durumda. Mersin'den Adana'ya, Antalya'dan Konya'ya, Burdur'dan Isparta'ya, Muğla'dan Aydın'a, İzmir'den Denizli'ye, Eskişehir'den Bilecik'e bu manzara hep aynı... 

Yıkıcı ve hatalı tarım politikalarıyla üretim alanlarından koparılıp kentlere doluşturularak ucuz ve niteliksiz işgücü haline dönüştürülen yığınlar üreticilikten üç harfli market zincirlerinin en bağımlı tüketicileri haline dönüştürüldü. Bir zamanlar dağları, üretim alanlarını tutan yüzbinler, düze indirildikçe oyun kuruculuktan figürana dönüştüler. Giderek amacından uzaklaşan festival ve şenliklerle Yörüklüğün "sen çal ben oynayayım" algısına indirgendiği, poşu ve yağlık takıp, gerçeği yok olurken sahtesine milyonların harcandığı bir sanal göç etkinliğine dönüşen bu süreçte aslında bu coğrafyanın neyi kaybettiğini unutup gittik. 

1980'lere kadar Kaş'tan Gazipaşa'ya, Serik'ten Korkuteli'ne üretim yapan Yörükler, Antalya Limanından gemilere yüklenen on binlerce canlı hayvanı Suudi Arabistan'a, Kuveyt'e, Bahreyn'e ihraç ediyordu. Bugün belediyenin et kamyonu ucuz et propagandasıyla üretimden koparılan bu ilçelerin halkına yarık kilo kıyma satmak için pazar pazar gezdiriliyor! Bugün Antalya dağlarını bekleyen Yörükler halen en iyi bildiği iş olan hayvancılığı yapmak için direniyor. Antalya halen keçi üretiminde Mersin'in ardından ülkede ikinci sırada. Ancak üretim giderek daha pahalı, daha zor, daha kısıtlanan bir hale getirildi. Bir kalıp peynir, üç-beş yumurta için üç harfli zincir marketlerin yolunu tutmak zorunda kalan üreticilerin yaşamına dokunmadan, onları daha mutlu, daha umutlu kılmadan; dağları mamur etmeden sahili, kenti koruyamazsınız. 

Dün Latinlerin kılıçla işgal ettiği sahili, bugün Ruslar parayla işgal eder. Bu yüzden Antalya'da kim Yörük diyorsa, hangi siyasi Yörüklere yaslanarak oy devşirmeye kalkıyorsa; bilmeli ki Yörük de Türkmen de coğrafya ve üretim demektir. Yerel seçim öncesi Yörüklerden oy devşirme peşinden koşan siyasiler üretimin de, kültürün de korunması için de kafa yormalı. Çünkü bu topraklarda su varken teyemmüm yapılmaz...