Güngürmüşler derler ki, "insanoğlu zaman zaman sahip olduğunun değerini bilmez"!..  Bazen şöyle geriye dönüp bakınca pek haksız sayılmadıklarını görürüz. Bu yaşayanları kusuru olduğu gibi, yaşayanları yetiştirenlerin de kusurudur.

Anadolu denilen bu toprak parçası taaaa Neolitik Çağdan (M.Ö.10.000) başlar ve evrile evrile ikinci milenyumun (2.binyıl) ilk çeyreğine kadar gelir ve bizi bulur kuçağında.

Bu mayısın ikinci Pazar Günü de yine ANALAR GÜNÜ olarak kutlanacak, bu günleri yaşatanlara olduğu kadar bu günleri yaratanlara da bir minnet ve selam çakmadan geçmek olmaz ki!..

Anadolu, Ana Tanrıça, Kibele!..

Henüz yerleşik düzene geçilmeden de  İnsanoğlunun dişisi ve erkeği vardı. Kadınlar doğurdukları çocuklara bakarlar, eker, biçer ve o topluluğun yemesinden içmesinden sorumlu olurlardı. 

Erkekler ise, yabani hayvanlar dahil, başka sürülere (insan grupları) karşı güvenlik ve avcılık işlerinde sorumlu idiler.

İlkel toplayıcı toplumlarda (tarım toplumu) henüz mülkiyet olgusu gelişmediği için, kadınlar da güçlü erkekleri kendi nesillerinin devamını sağlamak için eş seçerken, erkekler de doğan bütün çocukların doğal koruyucu babası sayılırlardı.

Kibele (Tanrıların anası), Anadolu kökenli bir ana tanrıçadır. Ana tanrıça inancı, birçok kültürde farklı isimlerle yer alır. Yunan anakarasında Rhea, Roma dönemi Mısır kültüründe İsis, doğurganlık ve bereketi temsil eden Efes Artemis'ine (İyon Kibelesi), kadar bir çok ana tanrıça figürleri vardır.

Bir çok öykülerin içinde yaşayan ve tarihte, Akdeniz çevresinde, Asya'da ve kuzey ülkelerinde birçok kültür ve uygarlıkta çeşitli Teoforik (tanrı adını taşıyan isim) isimlerle anılan bir çok Ana Tanrıça kültü ile karşılaşılır. 

Anadolu'da yapılan kazılar, ana tanrıça figürünün MÖ 6500 - 7000'lere kadar dayandığını ortaya çıkartmıştır. Analığı, üremeyi, dişiliği, hayatın sürmesini ve dolayısıyla bereketi simgeleyen tanrıça, ayakta, oturmuş ya da uzanmış olarak düzgün vücudu ile her zaman oyularak  şekillendirilmiştir.

İlk çağlarda doğurganlığından dolayı TANRIÇA düzeyine çıkarılan KADIN, yerleşik düzene geçilip, mülk ve ganimetlerin ortaya çıkması, fiziki gücü ile bunları koruyacak erkeğin hegamonyası altına girmeye başlamıştır.

Feodal dönemde  tarım kültürünün hakim olduğu köyler gibi kırsal kesimde Kadın üretkenliğini sürdürdüğü için erkek ile yan yana olurken, kasabalarda evin içine tıkılmak zorunda kalmıştır. Şehirlerde sanayi ve ticaret toplumun gelişmesi ile birlikte biraz daha kadın sosyal yaşamın, üretkenliğin içine girmiş ve sosyalleşmiştir.

Kadının üretkenliğin dışına iltildiği toplumlarda kadına sadece "Analık" rolü verilmiş ve eve kapatılmıştır. Kırasal kesimde üretkenliğin içinde olan kadınlar ise her zaman tek başlarına ve erkeklerinin yanıbaşında olmayı başarmışlardır.

Kadının dününe baktıktan sonra bu gününe gelince, çok farklı kadın tiplemelerini görürüz. Burada başı açık, kapalı, giysisi şöyle, böyle tartışmalarına girmenin alemi yok, kusura bakmasınlar ama bunu 21 yüzyılda önce kadınlar düşünsün, dünlerine bakarak. Saçının bir telinin erkek tarafından görünmesi "günah" sayıp başını kapatan kadınların, üstlerine giydikleri giysiler ile her şeyin ortaya dökülmesini sorgulamak için bana en son sıra gelir sanırım.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ulusal kurtuluş tarihinden tutun da, bir çok alanda öyle kadınlar görürüz ki, erkeklere şapka çıkartılar.  Bu pazar "kadınlar günü", o yüzden NENE HATUN ile sözü sürdürelim. 

1857'de Erzurum'un Çeperli köyünde dünyaya gelir Nene Hatun. Rus ordusu Pasinler'i işgal edip Erzurum'a doğru ilerlerken, düşman işgali altında kalma endişesinden ötürü eşi ve çocukları ile birlikte Erzurum'a göç ederler.  Rusların Deveboynu Savaşı'ndan sonra Erzurum sırtlarındaki tabyaları da işgal etmesi üzerine Nene Hatun, 3 aylık oğlunu evde bırakarak şehrin savunmasına katılır. 

Cumhuriyet artık kendi bayramlarını kutlamaya başlamıştır, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlaması sırasında kendisine “3. Ordunun Nenesi”,  daha sonra da Türk Kadınlar Birliği'nin girişimi ile Türkiye'de ilk defa Anneler Günü'nün kutlandığı 1955 yılında da “Yılın Annesi” unvanı verilir.

Bu pazar da Dünyanın ikinci milenyumunun ilk çeyreğinin son yılları, kapitalizm emperyalist aşamasının en azgın dönemini yaşarken, kadın ve Anaların emeğinin  sömürülmesinin de zirvesinde olduğu yıllar. 

Mayısın bu ikinci haftasının içinde vitrinlerde başlayan ve reklamlarda sürdürülen kadına özgü göstermelik tavırlar, düzenin ruhuna uygundur, keşke kadınlar, kadın dernekleri  ve analar da kendilerinin bir sömürünün aracı olmadığının farkına varıp, bu günlerini bir uyanış günü gibi kutlasalar DÜNYA NE GÜZEL OLURDU?

Mayıs'ın  bu ikinci pazarı, kadınların, ANALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!..