Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 62’ncisi düzenlenen Uluslararası Altın Portakal Film Festivali, sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Festival Sanat Direktörü Deniz Yavuz, hem hazırlık sürecini hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğini çekmesinin festival üzerindeki etkilerini anlattı.

– Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik, politik, sosyolojik ortam içinde bu tür uluslararası film festivallerini düzenlerken nasıl bir ruh hali içinde hazırlanıyorsunuz?
Kaygı ile hareket ediyoruz ama toplumun çok ihtiyacı olan kültürü, sanatı festivale yansıtarak halkla buluşturmaya çalışıyoruz ki, bu zor, sorunlu, sıkıntılı günlerde birazcık nefes alabilelim.
– Altın Portakal Film Festivali bir sansür krizi ile karşılaştı. Kriz çok doğru yönetilemedi, Ahmet Boyacıoğlu o zaman sanat direktörüydü. Sonra siz devraldınız bu görevi. Biraz marka değeri zarar görmüş bir festivalin sanat direktörlüğünü kabul ettiniz. Nasıl karar verdiniz?
Geçmiş festival yönetimleriyle bağımsız olarak her türlü festivallere, içeriklere destek vermekle kendimi sorumlu hissediyordum. İşin yayıncılık, gazetecilik, yazarlık tarafından geliyoruz. Bu noktada yollarımız kesişiyordu. Ahmet Boyacıoğlu döneminde de yardımlaşıyorduk. Çok fazla marka değerinin sarsıldığına katılmıyorum. Kendini yenileyen ve koruyan bir yapıya sahip Altın Portakal, direktörlük noktasında ihtiyaç olduğu için, bu talihsizlikten dolayı biz de o sorumlulukla kaldığı yerden kültürü, sanatı yaşatmak ve sürekliliği sağlamak için bu görevi aldık. İki senedir Büyükşehir Belediyesi ile uyumlu bir yol yürüyoruz. Geçmişteki hatalara, sorunlara çok fazla takılmadan hemen eski seviyesine ulaştırmak ve ileriye taşımak bizim görevimiz.
– Kültür Bakanlığı bu festivalden tüm finansal ve manevi desteğini çekti. Olumlu ya da olumsuz etkileri oldu mu?
Olumsuz etkileri fazla. Festivalleri yaşatmak, halkla buluşturmak bugünkünden fazla desteğe ihtiyaç var. İki yıldır Büyükşehir Belediyesi’nin ve Muhittin Böcek’in çok büyük maddi manevi destekleri oluyor. Bu destekler olmasa bu festivaller halkla buluşamaz. Bu noktada önemli buluyorum; Kültür Bakanlığı’nın ve ilgili tüm bakanlıkların bu tür kültür-sanat festivallerine desteği çok faydalı oluyor. Festival yönetimi, “reddetmiş, istemiyor” noktasında değil; tam tersi, ihtiyacımız var. Daha iyi işler yapabilmek, daha iyi filmleri buluşturmak ve bu festivalin şanına yaraşır bir şekilde tamamlamak için desteğe ihtiyacımız var.
– Tekrar yol yürüyebilir misiniz?
Tabii, neden olmasın.
– Şöyle bir yorum da var: Berlin, Cannes gibi büyük festivallere bakınca kamu desteğinin yüzde 60’a kadar olduğunu, geri kalan desteğin ise endüstriden geldiğini görüyoruz. Bakanlığın finansal desteğinin çekilmesi belki de bir baskının ortadan kalkmasını da sağlamış olabilir mi?
Bu bahsettiğiniz ülkelerin ve festivallerin tamamında sinemaya gitme kültüründen bahsedebiliriz. Orada bambaşka bir kültür-sanat ortamı var. Biz halk nezdinde sinemaya gitme anlamında fazla varlık gösteremiyoruz; tembelleştik. Sergi takip oranlarımız, sinemaya gidiş oranlarımız azaldı; bu ekonomik durumla da ilgili. Tüm kültür-sanat alanında benzer şeyler yaşanıyor. Sinemaya gitme kültürümüz yara aldı. Sinemada film izleyemiyoruz, o zaman işin tadı değişiyor, işe yaklaşım değişiyor. Orada birbirini besleyen bir ekosistem oluşuyor. Bahsettiğiniz festivallerin kendi ayakları üzerinde durabilme meselesi keşke bizde de olsa.
– Festivallerin film endüstrisi için fonksiyonundan bahsedelim. Filmler artık pek çok platform vasıtasıyla seyirciyle buluşuyor. Sinemaya gitme kültürünün azalmasında bunun da etkisi var mı? Festival ve platformlar arasındaki ilişki nasıl olacak?
Festivallerin bu noktadaki önemi tekrar ortaya çıkıyor. İnsanlar pandemi döneminde dışarı çıkmayınca sinemalar çok etkilendi. Başka ülkelerde pandemi sonrasında toparlanma oldu. Bizde bilet satışları 70 milyondan 30 milyona düştü. Festivaller, toplumun büyük ekranda hep birlikte film izleyebilmesi bakımından çok önemli. Büyük ekranda izlediğiniz içeriği farklı anlamda yorumlama, hayal gücünüzle farklı yerlere taşıma olanağınız var. On günde yüzlerce film sunmak çok kıymetli.
– Ülkemizde sadece Altın Portakal Film Festivali değil, Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana’da da uluslararası festivaller var. Altın Portakal’ın farkı nedir?
Altın Portakal’ın en benzersiz özelliği, filmlerin Türkiye’de ilk kez gösteriminin burada yapılması. Yarışma bölümündeki filmler buradaki gösterimlerini ilk kez yapıyor olacaklar. Ondan sonra Türkiye’deki gösterim yolculuğu başlayacak. Bu, bizim bozmak istemediğimiz Antalya’ya has bir özellik. Buradan başlıyor filmin yolculuğu. Ödül alıp almaması önemli değil ama ilk seyircisiyle burada buluşuyor. İlk tepkileri buradan alıyor ve buradaki ilk tepkilere göre filmin yolculuk rotası belirleniyor.
– Festivaller toplumların ruh halini de yansıtır. Size çok büyük başvurular oldu. Sanat direktörü olarak başvuran filmler arasında öne çıkan temalar neler oldu?
Bireysel meseleler ön planda. Kitleleri işlemeden, iki insan arasında, kişinin kendi dertleri, mülteciler, Ortadoğu’daki meseleler... Genel olarak dramlar, romantik dramlar çok ön planda. Bireyi konu alıyor, bireyin meselesini anlatmaya çalışıyor. 108 filmin, çocuk filmleri hariç, 80’i daha çok bireysel hikâyeler üzerine kurulu. Bizim sanatsal departman olarak gördüğümüz tablo bu.
– Bu seneki festivalin ayırt edici özelliği ne ve festivalin gittiği yön neresi?
Bu, bizim de bu işi nasıl sahiplendiğimizin sanatsal içerik anlamında cevabı olabilir. Gerçekten sadece sanat filmleriyle, art-house filmlerle festival programını bezemek değil; öğrenci filmleri, televizyon filmleri, animasyon filmleri ve çocukları buraya çağırmak istiyoruz. Vizyon galaları yapıyoruz, vizyona sırtımızı dönmüyoruz. Ciddi bilet satışlarına ulaşan vizyon filmlerinin galasını yapmaya çalışıyoruz. Başta Antalyalıları hedefliyoruz. Çocuklardan, Akdeniz Üniversitesi vasıtasıyla öğrencilere ulaşmaya çalışıyoruz. Forum ve yarışma bölümleri kapalı olsa da galalar ile içeriği geniş tutmaya çalışıyoruz ki Antalyalılar burada yer bulsun.



