Türkiye’de kıyıların, turizm ve eğlence sektörü işletmeleri tarafından halkın kullanımını engelleyecek şekilde kullanımına karşı son yıllarda protestolar, eylemler, basın açıklamalarıyla kamusal alanda ve açılan davalar yoluyla adli alanda mücadele verilmeye başladı. Kıyıların savunulmasında öne çıkan hareketlerden biri olan KIYIDA Hareketi Eş Sözcüsü Sedat Yağcıoğlu ile kıyı savunmasındaki yaklaşımları üzerine konuştuk.
KIYIDA hareketi nasıl oluştu?
Mücadeleler sistematikleştikçe, konu kamuoyunun gündeminde daha fazla yer ettikçe, biz Şezlongsuz Datça İnisiyatifi, farklı kıyı hareketleri olarak nasıl bir araya gelebiliriz, mücadeleyi nasıl beraber yürütürüz sorusuyla bir çağrı yaptık ve 30 Eylül’de Datça’da Kıyı Hareketleri Buluşuyor Forumu’nu düzenlendik. Türkiye’nin pek çok kıyısından savunucular Datça’da buluştu ve ilk somut kararımız birleşmek oldu ve böylece Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı kurulmuş oldu.
Hareketin mücadele alanını nasıl tarif edersiniz?
İnsanların kıyılara ve denizlere ulaşması odağımızdaki temel sorun. Kıyılardaki kaçak yapılaşma ve işgaller bu sorunun temel kaynağı. Diğer taraftan biz bazı kıyılarda da insanların dahi olmaması gerektiğine dair ekolojik bir perspektifle kıyılar için mücadeleyi esas aldık. Türkiye’nin Kuzeybatısından Ege’ye, Akdeniz’e, Van’a kadar bileşenlerimiz var. Kıyı dediğimiz zaman sadece deniz kıyıları değil, akarsu kıyıları, göl kenarları da bizim için önemli ve mücadele alanımıza giriyor. 19 ayrı bileşenden oluşan bir dayanışma ağıyız. Farklı yerellerde o yerellerin kendine özgü tarihsel, coğrafi, siyasal dinamikleri var. O yüzden yereldeki mücadelemiz özgün olmakla beraber, Anayasa ve Kıyı Kanunu başta olmak üzere, kamusal haklarımızı tüm Türkiye'de savunabilmek için birlikte mücadele ediyoruz. Kıyılara müştereklerimiz gözüyle bakıyoruz, müşterekler zemininde bir araya geldik. Kıyılara kıyıların bütün canlı, cansız varlıkların ortak yaşam alanı olduğu perspektifi ile bakıyoruz. Kıyıların mevcut hukuki statüsündeki kamu yararı nosyonuna dayanarak, işletilemeyeceğini, kiralanamayacağını, ihale yoluyla tahsis edilmeyeceğini, ranta açılamayacağını savunmanın yanında kıyıların kendi doğallığından kaldığı, insanların bu ekosisteme zarar vermeden kıyılara ulaşabilmesi için mücadele ediyoruz. Bunun yanında kıyıların sadece insanların değil, tüm canlıların yaşam alanı olduğu nosyonu ile yine ekolojik bir perspektifle kıyıları savunuyoruz.
Halk plajları ile kıyıların halktan sakınılmadığı savunusu var, buna ne diyorsunuz?
Anayasa’nın 43. Madde’sine ve işaret etmesiyle Kıyı kanunu 5. Ve 6 maddesine göre kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır ve kıyıların kullanımında kamu yararını gözetmek zorunludur. Bunu analiz etmemiz gerekiyor. Kamu kim diye sorduğumuzda cevap hepimiz, açık bu. Kamu yararı dediğimizde de bir ortak yarardan, ortak iyilik halinden bahsetmemiz lazım. Bunun ortaklaşması için eşit koşullarda serbest erişim olmalı. Bir grup sermayenin çıkarının, kamu yararı olmayacağı açık. Çok farklı kurumsal yapılar, örneğin Kültür ve Turizm Bakanlığı, MUÇEV, özel şirketler, yerel yönetimler vb tarafından kıyılar işletilerek işgal ediliyor. Farklı ücretlendirme politikaları ile kiralandığı iddia edilen alanlar işletilse de aslında tüm bu uygulamalar yasal olarak işgal. Bunlar sonuçta kanunun bize işaret ettiği ortak yararı, kamu yararını, müşterekliği ortadan kaldırıyor. Bir yerde şezlong daha ucuza kiralanması durumu değiştirmiyor. Öncelikle biz halk plajı kavramına karşı çıkıyoruz. Plaj, kıyıların ticarileşmiş bir tanımıdır. Halk Plajı dediğinizde, tüm kıyılardan uzaklarak, sınırlama koyuyorsunuz. Kıyıların bir kısmı halkın kullanabileceği yerler diye ayırırsanız, peki diğerleri nedir sorusu ortaya çıkar. Ödemeli yerleri kullanan kim oluyor? Müşterekten müşteriyi anlamıyoruz. Buradaki kıyılardaki halk değil mi? Kıyıların bugünkü halini konuştuğumuzda, Türkiye’nin gittikçe yoksullaşma problemini görmemezlikten gelemeyiz, Kıyıların varsıllaştığını, lütfedilerek kalan yerlerde ayrılan küçük alanların “halka” ayrılmasını mı anlayacağız? Bizim çözüm önerimiz ve talebimiz açık: Biz yeni bir yasa talep etmiyoruz, olmayan bir şeyin üretilmesini de talep etmiyoruz. Anayasa ve kıyı kanunu hükümleri çok açık... Yasalar uygulansın ve tüm kıyılar, herhangi bir işletmeye tahsis edilmeden özgür bırakılsın. Kamusal alan niteliğinde olan kıyılar kiralanıp tahsis edilemeyeceği için sadece hizmetler sunulabilir, bu da yasalara göre belediyeler tarafından gerçekleştirilmeli. Soyunma kabini, duş, tuvalet, kıyılardaki temizlik hizmeti belediyeler tarafından ücretsiz verilen hizmetler olmalı. Kamu otoritesinin görevi sadece bir zümreye ücret karşılığı kendini rahat hissettirecek hizmet vermek değil tüm vatandaşlarına eşit şekilde kendini rahat hissettirecek hizmet sunmaktır.
“İşletmelerin kıyılarda yarattığı tahribat halkın kullanımından fazla”
Kıyılarda bayram ve hafta sonu yoğun kullanımı sonrası oluşan görüntüler çevre kirliliği ile gündeme geliyor. Bu görüntüler KIYIDA hareketi tarafından nasıl ele alınıyor?
Bayram ve haftasonu gibi kıyıların yoğun kullanıldığı zamanlarda, bu yoğun kullanımı sonucu ortaya çıkan kirlilik evet çok görünür oluyor. Bu kirliliğin oluşmasını engellemede sorumluluk belediyelere ait. Herkesin temiz, güvenli kıyılara erişebilmesini sağlama sorumluluğunu yerine getirmesi gerekiyor. Biz gündemde daha az görünür olan, kıyılardaki işletmelerin yol açtığı kirliliğe, tahribata da dikkat çekmek istiyoruz ki bizim şu anda yürüttüğümüz bir haritalandırma çalışmamıza göre bu işletmelerin doğaya, kıyıya verdiği zararın çapı çok çok daha büyük. Kıyının doğal yapısını bozarak inşa edilen oteller, kaçak inşaatlarda yerleştirilen restoranlar, tahtlar, platformlar vb yapılarla, kıyıların günübirlik kullanımındaki temizlik sorunundan daha büyük ekolojik yıkıma yol açılıyor. Dolayısıyla, KIYIDA olarak, hem yerel yönetimlerin kıyıların temizliği konusundaki yasal sorumluluklarını hatırlatırken, bir yandan kıyı ekosistemine dönüşsüz zararlar veren yapılaşma ve işgallere karşı mücadele ediyoruz.
“Kıyılarla beraber pazarlanan bir tüketim kültürü var”
Kıyılar kamusal alandan tüketim alanına mı dönüşüyor?
İki senedir Datça’da “Neşeli Kıyılar Şenliği” yapıyoruz, çünkü kıyılar neşeli yerlerdi. Unuttuk bunları. Plastik şezlongların üzerinde, sadece yeme içmeye, yani tüketmeye dayalı bir tatil anlayışı yerleştirildi. Neoliberal politikalar, şezlongu bir ihtiyaç, gelişmişlik göstergesi gibi pazarlayarak, kıyıları da metalaştırdı. Bileşenlerimizden Fethiye Kıyılar Halkındır İnisiyatifi'nin çok kıymetli bir sloganları var: Şezlongların altında kumsal var. Biz kıyının doğallığını paylaşmayı, kıyıda eğlenmeyi, kıyıda üretmeyi unuttuk. Kıyılar canlı yaşam alanlarımızdı. Bugün ise, kıyıların işgal edilmesiyle birlikte pazarlanan bir tüketim kültürü var. Bu da açık bir kitle turizmi anlayışıyla yerleştirilmeye çalışıyor. Bizler KIYIDA olarak, kumları hissettiğimiz, deniz kabukları topladığımız, birlikte eğlendiğimiz, dinlendiğimiz, kıyının bir parçası olduğumuz turizm politikalarını ve kıyı politikasını oluşturmak için mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü kıyılar hepimizin.