Kırsal kültürümüz, ayak bağımız

Medyamızda kişilerle ilgili tartışmalar yoğunlaşmış durumda. Gazete haberlerinin bir kısmı “o şunu söyledi, diğeri bunu söyledi” biçiminde dedikodu aktarımına dönüştü.

Olup bitenler bir kurumsuzlaşma ve köylüleşme olgusuna işaret ediyor gibi.

Köy, ailenin, soyun, klanın yeridir. Köyde bireysel kimlik kazanımı pek olmaz, olsa da çok zor ve geç olur. Köyde insan sayısı az olduğu için doğrudan iletişimle az çok düzen sağlanır. Beyin, ağanın, muhtarın kim olduğu, iyi mi kötü mü olduğu önemlidir. Bey, ağa, efendi, muhtar, aile reisleri bir düzen kurar. Köy gelenek üretebilir, ama geleneğin kapsamı ve gücü sınırlıdır. Nitekim gün gelir, kan davası başlar, zayıf aile köyden ayrılır, düzen yeniden kurulur, o da bir süre devam eder.

Kan davası bizim köylerimize özgü değildir, kırsalın evrensel olgusudur. Avrupa köyünde toprak sahipliği bizden farklıydı, ama orada da toprağın işlenmesi bizdeki Tımar gibi vassala verilmişti. Feodalizmin etimolojik kaynağı olan fief, feu, feud sözcükleri düşmanlık, intikam, kan davası, kan parası gibi çağrışımlar da yaptırır.

Türkiye’de belirli bir yaşın üzerindeki herkes demeyelim, ama büyük çoğunluk kültür olarak köylüdür. Daha önce yazmıştım, atadan, dededen kentte büyümüş olmak yetmiyor, kentin kent olması, kurumların değişmiş ve kültürün kentli olması gerek.

Kent bir yerleşim yeri değildir, hukuktur, kurumdur, kuraldır, yetişkin birey-yurttaş kültürüdür. Gerçek bir kent, hukuk üretir, bilgi üretir, kentli üretir, burjuva üretir. Sanayi, burjuva ve emekçi hukukuyla ulusu doğurur. Ulus devlet hukuk, kurum ve kuraldır. Kurumların kendisi de kuraldır, hukuktur; kurum bilgi üretir, insana yol gösterir, insanı yetiştirir. Kurumlarda kişilerin kim olduğu, iyi mi kötü mü olması yaşamsal önem taşımaz. Gerçek bir kurumda kimin neyi, nasıl yapacağı bellidir.

Türkiye’de şirket kurumlaşmaz, dernek kurumlaşmaz, siyasi parti kurumlaşmaz, resmi kurumlar kurumlaşmaz, kurumsallaşmaz. Kent toplumunun, sanayi ekonomisinin gerektirdiği hukuk ve kurumlar oluşamamıştır. 12 Eylül 1980 dönüşümü ve yapısı kalıcılaşmış, doğal düzenin, hukukun, kurumların gelişmesinin önünü kesmiştir. Tekrara düşmek kaçınılmaz: Atatürk nesli, Cumhuriyet’le bir ulus ve devlet kurmayı hedeflemişti. Bunların anlamını bile anlayamadık. Hamaset kültürü, kavramların içini boşaltıp önce anlamı yok eder, sonra kavramın nesnesini.

Sayın Mahfi Eğilmez’in esnaf toplumu kavramını çok sevmiştim, ama esnaflığın bile bir hukuku vardı.