Antalya Haber

Kadınlardan meclis’e çağrı: “Yaşam bütçesi istiyoruz”

2026 yılı merkezi yönetim bütçesinde savunma ve iç güvenlik harcamalarına ayrılan paya dikkat çeken Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi, bütçenin kadınlar açısından daha fazla yoksulluk, şiddet ve eşitsizlik anlamına geldiğini vurguladı.

Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi adına açıklamayı okuyan Çağrı Sert, 2026 yılı merkezi yönetim bütçesinin Meclis’e sunulmasının ardından yaptığı değerlendirmede, “güvenlik” başlığı altında ayrılan kaynakların fiilen bir savaş ekonomisini büyüttüğünü belirterek bütçeye itiraz ettiklerini açıkladı.

Sert, savunma ve iç güvenlik harcamalarına ayrılan toplam 2 trilyon 155 milyar liralık kaynağın, bütçenin yüzde 11’ine karşılık geldiğini ifade ederek, bu tercihin iktidarın toplumsal ihtiyaçlar yerine militarizmi öncelediğini savundu. Açıklamada, söz konusu bütçenin kadınların yaşam koşullarını doğrudan etkilediği; yoksulluk, şiddet ve eşitsizlikleri derinleştirdiği görüşüne yer verildi. Açıklamanın devamdıysa, “2026 yılı merkezi yönetim bütçesi Meclis’e sunuldu. Yarın Meclis’te onaylanmaya başlanacak. Kâğıt üzerinde “güvenlik” adıyla tanımlanan kalemlere ayrılan pay, aslında yeni bir savaş ekonomisinin resmi. Yalnızca savunma harcamalarına 1 trilyon 202 milyar lira, iç güvenlik için 953 milyar lira ayrıldı; böylece Türkiye 2 trilyon 155 milyar liralık bir savaş bütçesiyle yıla giriyor. Bu, toplam bütçenin yüzde 11’ine denk geliyor. Bölgede artan gerilimlerin, sermayedarların ve devletlerin uluslararası rekabetinin içerisinde Türkiye’nin “güvenliğe” ayırdığı bütçe, iktidarın yaşamlarımız pahasına kendi çıkarlarını nasıl öncelediğini gösteriyor. Kürt halkına karşı yürütülen savaş on yıllardır hayatlarımızı şiddet, ırkçılık, militarizm ile kuşatmışken, savaşa ayrılan bütçenin artması AKP’nin dünden farksız biçimde savaş politikalarını sürdüreceğine işaret. Bu tablo, kadınlar açısından yalnızca ekonomik değil; militarizm, savaş ve patriyarka bileşiminde kadın yoksulluğunun, erkek şiddetinin, bilhassa kadınlara yönelik savaş suçlarının süreceğine dair bir görünüm” dedi.

“Savaş kimleri zenginleştirdi?”

Savunma sanayii 2002’de 5 milyar dolardan bugün 65 milyar dolarlık bir endüstriye dönüştü. Her tank, her SİHA, her “yerli üretim” açıklaması kadınların yaşamlarından çalınan bir paydır. Savaş ekonomisi, doğrudan kadınların hayatlarını daraltan bir politik tercihtir. Türkiye’nin sınır ötesi varlığı artık kalıcı. Özellikle Afrin ve İdlib’e aktarılan paraların farklı bakanlıkların, belediyelerin ve kurumların bütçelerine “personel gideri”, “yardım” ve “teknik destek” gibi başlıklarla dağıtılması, savaş maliyetlerinin halktan gizlenmesi anlamına geliyor. Bu “gizli bütçe”, hem askeri varlığı hem de savaş ekonomisini büyütüyor. O hâlde soruyoruz: Savaş kimleri zenginleştirdi? Bütçe görüşmelerinin hemen öncesi, Irak tezkeresine Meclisten onay çıkması ve bütçede savaşa ayrılan miktar beraber düşünüldüğünde, savaş endüstrisinin başını tutanlar zenginleşirken; bölge halklarına reva görülenin yoksullaşma, şiddet ve geleceksizlik olduğu çok açık. Bizler buna sessiz kalmıyoruz. Dışişleri Bakanlığının bütçe teklifinde Afganistan ve Suriye’ye dair destek hedefleri de yer alıyor. Afganistan’da Taliban, Suriye’de HTŞ; her iki yapının da ortak özelliği kadınları yok sayması ve köleleştirmesi. Sınırları aşan kadın dayanışmamızla bir kez daha halkları, kadınları hedef alan bu saldırgan politikaların tam karşısında duruyoruz”

Ekolojik yıkım, mülksüzleştirme, insansızlaştırma

Tarım ve Orman, Enerji, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlıklarının 2026 bütçe teklifleri incelendiğinde; maden ocakları, petrol sondaj kuyuları, güvenlik adı altında ağaç kıyımları, kentsel dönüşüm, Baraj/HES/GES, milli park politikaları ile su varlıklarına, tarıma ve hayvancılığa, orman ekosistemine, flora ve faunanın bütününe, yerel kültüre, yaşam biçimine yönelik açık bir savaş açılmıştır. Bir yandan halkın yaşam alanları talan edilirken, ekolojik tahribat yoluyla toplumsal hafıza bir kez daha silinmek isteniyor. Diğer yandan denetlenebilir, izlenebilir ve kontrol edilebilir yeni mekânlar yaratılıyor.Suya adil erişimin engellenmesi, suyun metalaştırılmasına ve siyasi sınırlarla kısıtlanması; beraberinde suyun bir savaş aracı olarak da kullanılmasının en önemli göstergesi.

“Kadınların hakları koşula Bağlanamaz”

“Hükümetin 2024–2025’i “Aile Yılı” ilan etmesi, sosyal politikanın hak temelli bir genişlemesi değil; kadınların bireysel haklarının aileci bir ideolojiyle gölgelenmesi anlamına geliyor. “Aile Yılı” kapsamında evlenenlere faizsiz kredi, çocuk doğuranlara maddi destek ve ev içi bakım emeğini üstlenen kadınlara verilen kısıtlı ödenek; kadınlara yönelik sosyal politikanın hak değil, evlilik ve doğurganlık koşullarına bağlanan bir teşvik alanına dönüştürüldüğünü gösteriyor. Bu yaklaşım boşanmış, yalnız yaşayan, şiddetten kaçan, çocuksuz kadınları bütçe dışına itiyor; kadın ancak “aile içinde” tanımlandığı ölçüde kamusal bir karşılık bulabiliyor. Bireysel hakları, özgürlüğü, ekonomik bağımsızlığı geriye itiliyor. Sonuç olarak; 2026 bütçesinde “Kadının Güçlendirilmesi” için ayrılan pay sadece 7 milyar 997 milyon lira. “Ailenin korunması” için ayrılan miktar ise bunun neredeyse üç katı: 21 milyar 804 milyon lira. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bu bütçe ile, Aile Yılı kapsamında kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik saldırı politikalarının yol haritasını belirledi. Cuma hutbelerinde kadınların yaşam hakkını, miras hakkını ve beden bütünlüğünü hedef alan fetvalar okunurken, Diyanet’in 2026 yılı için teklif edilen bütçesi 174 milyar 300 milyon TL’ye çıkarılmış. Bu rakamlar, devletin kadınları güçlendirmeyi değil aileyi, dini kurumları ve militarizmi merkezine aldığını; kadınların yaşamlarının “kutsal ailenin güçlendirilmesi” söylemiyle çembere alındığının, savaş bütçesi ile kapitalizm-militarizm-erkek ve devlet şiddeti ile nasıl kuşatıldığının göstergesi. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının kamuda kullanılmasını yasaklayan iktidarın kadınlara vadettiği “fırsat eşitliği”, kadınların ekonomik güçlenmesini sağlamaktan çok uzak. Kadın erkek fırsat eşitliğini sağlamaya yönelik bütçe, “ailenin korunması ve güçlendirilmesi”, “çocukların korunması ve gelişiminin sağlanması” gibi başlıklarla kadınlara yine cinsiyetçi iş bölümünü dayatıyor. Bakanlık protokolleri, İŞKUR, kalkınma ajansları, özel sektör, kooperatifler ve iktidar/sermaye yanlısı STK’lar üzerinden sürdürülen projelerle hem kadın emeği ucuz iş gücü olarak sömürülüyor hem de cinsiyetçi roller pekiştiriliyor. Aynı tasarruf uygulamaları ile Sağlık Bakanlığı 2026 yılı toplam bütçesinin yalnızca yüzde 27,54’ü koruyucu sağlık hizmetleri için ayrılırken, kişi başına ise SGK giderleri çıkarıldığında bu rakam 2.605 TL olmaktadır. Özcesi; koruyucu sağlık hizmetleri hastalıkların önlenmesinde veya erken teşhis edilerek tedavi edilmesinde son derece önemliyken; Türkiye’de üreme sağlığı hizmetlerinin doğurganlık odaklı olması, HPV aşısının ücretsiz sunulmaması, rahim içi araçlar, doğum kontrol hapları ve diğer yöntemlerin ücretsiz sağlanması gereken noktalarda hizmet sunumundaki yetersizlikler, kürtaj 10 haftaya kadar yasal olmasına rağmen birçok kamu hastanesinde uygulanmaması, anadilinde sağlık hizmeti alınamaması gibi sorunlar kadınların sağlık hakkını ihlal ediyor”

Madde kullanımna dikkat çekildi

“Madde bağımlılığının ortaokullara kadar düştüğü Türkiye’de Sağlık Bakanlığı ödeneğinin sadece milyonda 3’ü bağımlılıkla mücadeleye ayrılmıştır. Gençlik ve Spor Bakanlığı ise bağımlılığın gençleri vurduğu gerçeğini görmezden gelip 2026 bütçesine bağımlılıkla mücadeleye dair tek bir kalem eklememiş. Bütçenin yarısından fazlasının savaşa ayrılması, eğitimin maliyetini her yıl artırıyor. Servis, ulaşım, yemek, materyal, barınma ve harç giderleri yükseldikçe yoksul haneler bu yükü taşıyamıyor. Patriyarkal normlar nedeniyle aileler ilk olarak kız çocuklarının eğitiminden vazgeçiyor. Böylece savaş ekonomisinin kız çocukları üzerindeki etkisi çok daha derinleşiyor; okullaşma oranları düşüyor, kız çocukları erken yaşta iş gücüne itiliyor, nitelikli işgücünden dışlanıyor ve yoksulluk kuşaklar boyunca aktarılıyor. 2026 bütçesi kadınlara daha fazla yoksulluk, daha fazla şiddet ve daha fazla eşitsizlik olarak dönüyor. Oysa kadın istihdamını artırmanın, eşit işe eşit ücretin, güvencesiz istihdamın son bulmasının ve kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadelenin yolu; kadınların bedenleri, emekleri ve kimlikleri üzerindeki tahakkümün son bulduğu, barışın toplumsallaştığı bir siyasal çerçeveden geçiyor. Savaş ekonomisinin açtığı bütçe delikleri artan vergilerle kapatılmaya çalışılırken kadınlar sağlığa, eğitime, istihdama ve barınmaya erişemiyor. Biz kadınlar biliyoruz ki savaşın faili erkek devletlerdir; savaşın kazananı silah üreticileri, kaybedeni ise kadınlardır. Her yıl milyarlar “güvenlik” adıyla harcanırken, yüzlerce kadın devletin yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle erkekler tarafından öldürülüyor.

Savaş ekonomisi büyürken:

• Kadın yoksulluğu artıyor,

• Erkek şiddeti önlenemiyor,

• Şiddetten korunma mekanizmaları işletilmiyor,

• Nefret suçlarına ve nefret söylemine karşı cezasızlık politikası uygulanıyor,

• Sosyal hizmetler küçülüyor,

• Yaşam ve geçim alanları devlet/sermaye eliyle talan ediliyor,

• Kadınların ve LGBTİ+’ların eğitime, istihdama ve güvenli yaşama erişimi daralıyor.

Bu nedenle: Kadınların, LGBTİ+’ların yaşam haklarını ve özgürlüklerini yok sayan bir bütçe, bir politika demokratik olamaz!

Türkiye’nin sınır ötesi askeri varlığına, militarizme ve silah ticaretine ayrılan kaynak geri çekilmeli; bütçe kadınlar için, halk için, toplumsal refah için kullanılmalıdır.

“Savaş, yıkım ve rant üzerine kurulu bu bütçeyi tanımıyoruz”

Kadınlar Yaşam Bütçesi istiyor. Çünkü kadınların yaşam hakkı, özgürlüğü ve güvenliği; ancak militarizmin hükmünü yitirdiği, on yıllardır süren çatışma sürecinin kadınlar açısından açtığı yaraların onarıldığı; çatışmadan etkilenen yerlerde kadınlara dair ekonomik, sosyal, kültürel adımların atılması için gerekli mekanizmaların kurulduğu ve bunun için kaynak ayrıldığı bir bütçe ile mümkün olabilir.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine göre hazırlanan, toplumsal cinsiyet sorunları, azınlık hakları, insan hakları, çevre sorunları, nüfus artışı, göç, insan kaçakçılığı, yoksulluk gibi başlıkların da dış politikanın asli meseleleri olduğunu gören, şeffaf, barış odaklı bir bütçe modeliyle mümkün olabilir. Bunları öngörmeyen 2026 yılı bütçesi; demokratik, eşitlikçi, ekolojik ve barışçıl bir yaşam bütçesi değildir. O hâlde soruyoruz: Bu bütçeyi hazırlayanlar barışı nasıl öngörüyor? Barışı nasıl tarif ediyor; hangi toplumsal bedeli “normal”, hangi yoksulluğu “kader”, hangi şiddeti “kaçınılmaz” görüyor? Siyasi iktidarın içeride ve dışarıda güvenlikçi politikalarından vazgeçmesi için dayanışmamızı büyütecek, barış mücadelemizi güçlendireceğiz. Savaş, yıkım ve rant üzerine kurulu bu bütçeyi tanımıyoruz“ ifadelerine yer verdi.