Şimdi herkes acaba üçüncü dünya savaşı çıkar mı, çıkarsa yerküremiz nükleer cehenneme dönüp insanlığın sonu gelir mi kaygısını yaşıyor.
Evet bunun bir garantisi yok ve insanlığın yaşadığı en büyük trajediler olan 1. Ve 2. Dünya Savaşı’nın nasıl birden yaygınlık kazandığını iyi okumak gerekiyor.
Hitler 1933’te iktidara geldiğinde arkasında geniş halk kitlelerinin desteği vardı. Çünkü Almanlar 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca gururları kırılmış, ağır toprak kayıpları ve yüklü miktarlarda tazminata mahkûm olmuşlardı. Nazi propagandası ile beyinler yıkanıp cesareti artan Hitler Avusturya’yı sonra da Çekoslovakya’yı işgal etti. Batılı ülkeler gıkını çıkarmadı. Ne zaman ki uyduruk bir gerekçeyle 1 Eylül 1939’de Polonya’ya girince Hitler karşısında Avrupa ülkelerini buldu ve büyük savaş patladı. Hitler Yıllar yılı başta Fransa olmak üzere neredeyse tüm Avrupa’ya işgal etti ve Sovyetler Birliği’ne kadar uzanan askerî harekât başlattı. 1941’de Japonlar Pearl Harbor’da ABD donanmasına saldırınca savaş Avrupa merkezli olmaktan çıktı ve küreselleşti. Altı yıl süren savaşta Sovyet askerleri Berlin’e girdi, Hitler ve yakın çevresi intihar etti, bir bölümü kaçtı, bir bölümü sokaklarda öldürüldü, ama savaşın tümüyle sona ermesi ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atmasıyla bitti. Ne yazık ki 73 milyon sivil, kadın, çoluk çocuk, asker hayatını kaybetti. Hiç kimse başlarda böylesine kanlı bir sürecin yaşanacağını tahmin etmedi. Sonra soğuk savaş dönemi başladı ve dünya en azından 1989’daki çözülmeye kadar gerilimli de olsa bir barış süreci geçirdi.
Şimdi artık çok kutuplu ve küreselleşme adı altında büyüklerin küçükleri yediği, ufak ufak devletçiklerin oluşturulmaya başlandığı, uluslaşmanın tu kaka edildiği acayip bir döneme tanıklık ediyoruz.
İsrail Gazze’de masum insanları katlediyor, İran’ı vuruyor, önüne gelene efeleniyor. Rusya Ukrayna’nın tepesinden inmiyor, Ukrayna ise bir dönemin anlı şanlı devletinin topraklarının derinliklerinde operasyon yapıyor, milyon dolarlık füzeler havada uçuşuyor, yine milyon dolarlık savaş makinaları gökyüzünde insanların üzerine ateş yağdırıyor.
İşin ilginç yanı Ortadoğu’nun monarşileri Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt’in Gazze konusunda sesleri çıkmıyor. Onlar ABD’nin arka bahçeleri ve tek dertleri saltanatlarını sürdürebilmek. ABD ile milyon milyon dolarlık silah alışverişi yapıyorlar, üsler tahsis ediyorlar. Avrupa ülkeleri “bana dokunmaya yılan bin yaşasın” politikası sürdürüyor. Suriye ve Irak parçalanmış, diğer irili ufaklı ülkelerin zaten mecali yok. İsrail Gazze’nin yanı sıra İran’a nükleer bahanesiyle saldırıyor, “peki sende atom bombası niye var kardeşim” in yanıtını veremiyor, İran Molla Cumhuriyeti ise hem askeri hem de yetişmiş bilim insanlarını kolaylıkla kaybedebiliyor. Humeyni ile birlikte teokratik devlete dönüşen İran’ın durumu içler acısı.
İşin bir başka ilginç yanı ise savaşan tarafların aslında ne kadar barış yanlısı olduklarını söylemeleri. Netenyahu barış istiyor, İran barış istiyor, Putin barış istiyor, Zelenski barış istiyor, monarşiler barış istiyor, o zaman soralım: Savaşı kim istiyor?
Bu sorunun yanıtı dönüp dönüp silah şirketlerinde bitiyor. Bugün küresel çaptaki 20 büyük silah üreticisinden dokuzu ABD’ye ait. Çin’in altı, İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya ve Avrupa’nın da birer silah üreten şirketleri bulunuyor. Hepsinin Milyar dolarlık bütçeleri var. Depoları dolu. Savaşlar çıksın ya da devam etsin ki, bunlar ürünlerini pazarlayıp kasalarını doldurabilsinler. Masum insanlar, çocuklar, kadınlar ölmüş umurlarında bile değil ve zaten onlar için hiçbir şey ifade etmez. Üçüncü Dünya Savaşı’nı çıkartırlarsa işte bu şirketler çıkartır, yoksul, göçe zorlanıp tarumar olmuş, çocuklarını, analarını, babalarını, topraklarını kaybetmiş halklar asla savaş yanlısı zaten olmaz.