Dünün, bugünün ve yarının yandaşları

"...Bu yandaşlık, yani basına yanaşma işi Turgut Özal ile başladı. Meclis kapısından girerken gazetecilerin yanaklarından kesme alır, kendisini sevenler de ona tonton derlerdi..." Oktay Pirim yazdı

Şöyle ya da böyle her akşam insanlar evlerinde televizyon seyrediyor.

Kimi dizilere takılıyor, kimi tartışma programlarına bakıyor, kimi varsa maçları izliyor, kimi kendi sorunlarını gündeme taşıyan kanalları tercih ediyor. 86 milyonluk bir ülkede bu gayet normal. Kanalların çoğu zaten canlı yayın adı altında ne varsa yayınlıyor, iktidar sözcülerinin açıklamaları için yereller hariç ulusalda neredeyse 30 kanal birbiriyle gün sektirmeksizin yarışıyor.

Ne var ki, kendilerini gazeteci olarak tanımlayanların ama daha çok yandaş olarak nitelendirilenler de dahil hiç kimse halinden memnun değil. Birbirlerine giriyorlar, karşılıklı suçlamalar yapılıyor, uzmanlık alanı olmamasına rağmen bir kısmı ahkam kesiyor, siyasetin geçmişini bilmeyenler derin analizler yapıyor, falanca uçağın motoru nasıl çalışır bu tip şeyler anlatılıyor, aklınıza ne gelirse fazlasıyla var. Sonuna kadar izleyip dinleseniz vücutta oluşan kültür eksilmesi nedeniyle acil servise kaldırılırsınız.

Ama dikkat edin ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulları, gelir adaletsizliğini, hayat pahalılığını, açlık ve yoksulluğu, iflasları, emeklilerin durumunu, dövizin inanılmaz yükselişini neden ve sonuç ilişkileriyle derin biçimde ele alıp tartışan yok çünkü yetki ve sorumluluk alanlarına girmiyor. Birkaç kanal hariç, onlar da yasalarla cebelleşiyor.

Haliyle ön plana ağız dalaşları çıkıyor. Ve sonunda bir yandaşlık tartışması alıp gidiyor. Kim ne kadar yandaş ya da değil, yandaş olmak ne demek, bunun bir sınırı var mıdır, akıl yürütenlerin gazetecilik mesleğiyle ne kadar alakaları var, tecrübeleri nelerdir umurlarında bile değil bu yüzden sadece yağlama ve yıkama yapıyorlar.

Size söyleyeyim.

İktidarlar kim olursa olsun kendi medyasını yaratmak ister. Buna yandaşlık deniyorsa eksiden de vardı ama bugünkü gibi çok yaygın değildi. Siyasi parti liderleri adam seçer, istediklerini geziye götürür, istediklerine özel röportaj verir, istemediklerini ise yanlarına yaklaştırmazlardı. TRT’nin tek tabanca olduğu yıllarda iktidar borazanlığı vardı ama öyle canlı yayınlar falan çok enderdi.

Bu yandaşlık, yani basına yanaşma işi Turgut Özal ile başladı. Meclis kapısından girerken gazetecilerin yanaklarından kesme alır, kendisini sevenler de ona tonton derlerdi. Hatta daha iler bir adım daha attı Özal, muhalifler hariç çok sayıda gazeteciyi dil öğrensinler diye devlet olanaklarıyla İngiltere ve ABD’ye gönderdi. Bir yıl kalıp dil öğrenen o arkadaşlarımdan biriyle Amerika’ya gittiğimde baktım ki sadece “Yes” ve “No”yu ezberlemiş.

12 Eylül öncesinde sokaklar ve siyasetin yanı sıra gazetecilik mesleği de keskin biçimde bölünmüştü. Bülent Ecevit’e yakın olanlar sosyal demokrat ya da sosyalist, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş’e sıcak bakanlar ise milliyetçi cephede yer alıyorlardı.

Necmettin Erbakan Millî Gazete, Alpaslan Türkeş ise Hergün gazetesiyle çalışır, Süleyman Demirel yaygın medyayı kapsayacak bir şemsiye kullanırdı çoğunlukla. Ama hakkını verelim Demirel muhalif gazetecileri o kadar da sıkmazdı. Gezilere götürür, muhalif sorulara yanıt verir pek kızmazdı. Ama aşırı yağ yakan gazetecileri de bazen haşlardı. Örneğin basın toplantısında bir gazeteci ayağa kalkıp “Efendim 10 sorum var” deyip diğer soruları bloke edeceği izlenimi verince Demirel şöyle derdi:

“Otur yerine!”

Bir keresinde şöyle bir soru yöneltilmişti kendisine:

“Efendim size gelen eleştirileri usta bir tenisçi gibi raketinizle nasıl defediyorsunuz?”

O arkadaş uzun yıllar yandaş olarak anıldı, sonraları unutulup gitti.

Mesut Yılmaz soğuktu, mesafeliydi, bir türlü yandaş medya yaratamadı.

Tansu Çiller’in birkaç hayranı vardı, onunla idare eder, güzel kadın imajıyla ekonomiyi batırmasına rağmen o güzelleme yapanların hiçbir zaman hedefinde olmazdı. Yani dar bir yandaş kadro ile idare edip gitti.

Askeri yönetim döneminde ise tüm medya zaten örtülü biçimde zorunlu olarak yandaştı. Ne verirlerse yayınlamak zorundaydınız, yayınlamazsanız ya da hafif bir muhalefet yaparsanız yayınınız kapatılırdı.

Son dönemi anlatmama gerek yok. Kendini bu iktidara yakın hisseden veya hissettirmeye çalışan o kadar gazeteci var ki saysan günler yetmez.

Ama unutmayın, bugün yarandığınızı sandığınız kişiler, iktidar ya da otorite yarın yaranamayacak pozisyona düşebilir, işte o zaman kendinizi yalnız ve güçsüz hissedersiniz. Kolunuz kanadınız kırılır, moraliniz dip yapar.

Yarın iktidara kim gelirse haliyle kendi medyasını yaratacağı için bugün kendilerine yandaş yaftası yakıştırılanlar ve alay konusu olanlar ne yapacak diye meraklanıyorsanız o nu da söyleyeyim:

Yenilerin yandaşı olurlar!

oktaypirim@gmail.com